AYM’nin hangi kararları AKP’nin tepkisini çekmişti?
17 mins read

AYM’nin hangi kararları AKP’nin tepkisini çekmişti?

Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin 8 Kasım’da, Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay Milletvekili Can Atalay için “hak ihlali” kararı veren Anayasa Mahkemesi (AYM) üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunma kararı Türkiye’de yargı krizine neden oldu.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, Yargıtay’ın kararını “darbe girişimi” olarak nitelendirdi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise önce “Anayasa Mahkemesi maalesef birçok yanlışları arka arkaya yapar hale geldi; Yargıtay’ın aldığı karar asla bir kenara atılamaz, itilemez” dedi, daha sonra “Bu tartışmada taraf değil hakem konumundayız” diye konuştu.

Anayasa’nın 153. maddesinde, “Anayasa Mahkemesi’nin kararları kesindir. İptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamaz” deniyor. Aynı maddede, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar” ifadesi de yer alıyor.

Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, son yargı krizi sonrası yeni Anayasa çalışmalarının hızlandırılması gerektiğini söyledi.

Anayasa değişikliği teklifinin 600 üyeli TBMM’de referanduma sunulmadan kabul edilebilmesi için 400, referanduma sunulabilmesi için 360 oy gerekiyor.

TBMM’de halen Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) 264, Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) 50, Yeniden Refah Partisi’nin (YRP) 5, Hür Dava Partisi’nin (HÜDA PAR) 4, Demokratik Sol Parti’nin (DSP) 1 milletvekili var. Yani Cumhur İttifakı ortaklarının toplam sandalye sayısı 324.

Can Atalay kararı, 2002’de iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile Yüksek Mahkeme arasında gerilime neden olan olan ilk AYM kararı değil.

AYM’nin bugüne kadar AKP’nin tepkisini çeken kararlarını derledik.

Parti kapatma davaları

AKP, Fazilet Partisi’nin 22 Haziran 2001’de AYM kararıyla kapatılmasının ardından, 14 Ağustos 2001’de kuruldu.

Bu dönemde Türkiye’de siyasetin gündemindeki konulardan biri de Türkiye’de parti kapatılmasını zorlaştıran anayasa değişikliğiydi. AKP, pakete koşulsuz destek veriyordu.

2001 yılında Demokratik Sol Parti (DSP), Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve Anavatan Partisi’nin kurduğu 57. Hükümet döneminde, Anayasa’da parti kapatmanın gerekçesiyle ilgili “odak” kavramını açıkça tanımlayan ve siyasi partilerin kapatılmasından önce Hazine yardımının kesilmesi dahil kademeli bir şekilde cezalandırılmasını öngören bir anayasa değişikliği yapıldı.

Ancak bu değişiklikliğe karşın, 2008’de AKP’ye karşı parti kapatma davası açıldı. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, AKP’nin, “laikliğe aykırı eylemlerin odağı durumuna geldiği” gerekçesiyle kapatılmasını istedi.

AYM, AKP’yle ilgili kararını 25 Temmuz 2008’de açıkladı. Mahkemenin 11 üyesinden altısı partinin kapatılması yönünde oy kullandı ancak nitelikli çoğunluğa (7 oy) ulaşılamadığı için AKP kapatılmadı.

Hazine yardımının kesilmesiyle ilgili oylamada ise AYM’nin üyelerinden 10’u “Evet”, biri ise “Hayır” oyu kullandı.

AKP, AYM’nin kararına tepki gösterdi. Dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, “Ne yazık ki Türkiye çok ciddi bir zaman ve enerji kaybına uğramıştır. Şimdi bize düşen geçmişe takılıp kalmadan geleceğimize odaklanmak, milletimizin kayıplarını hep birlikte telafi etmektir” dedi.

2010 yılında siyasi partilerin kapatılmasını zorlaştıran ve AYM’nin bu konudaki takdir yetkisini sınırlandıran Anayasa değişikliği kabul edildi.

AYM’nin AKP ile gerilime neden olan bir diğer parti kapatma süreciyle ilgili kararı, Halkların Demokratik Partisi’ne (HDP) ilişkindi. Yüksek Mahkeme 19 Haziran’da, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, HDP’nin Hazine yardımına bloke konulması talebini reddetti. AYM, talebe ilişkin karar verilmesine yer olmadığına hükmetti.

Karar AKP cephesinde tepkiyle karşılandı.

AKP Sözcüsü Ömer Çelik, “AYM bu kararıyla herhangi bir şekilde teröre karşı alınacak tedbirler açısından zaaf oluşturacak bir karar ortaya koymuştur” dedi.

‘367 kararı’

2000 yılında 10. Cumhurbaşkanı seçilen Ahmet Necdet Sezer’in görev süresi 16 Mayıs 2007’de doluyordu.

TBMM’ye Cumhurbaşkanlığı adaylığı için son başvuru tarihi 25 Nisan, ilk tur oylama günü ise 27 Nisan olarak belirlendi.

Anayasa’nın 102. maddesine göre cumhurbaşkanı seçilebilmek için, ilk iki turda nitelikli çoğunluk (367 oy), sonraki iki turda ise salt çoğunluk (276 oy) aranıyordu.

Eski Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, 26 Aralık 2006’da Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan yazısında, 367’nin sadece karar yeter sayısı değil, aynı zamanda toplantı yeter sayısı olduğu görüşünü ortaya atmıştı. Kanadoğlu, oylamalara en az 367 milletvekilinin katılması gerektiğini, aksi halde sonucun geçersiz olacağını iddia etmişti.

Dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt ise TBMM’de yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçiminde “cumhuriyetin temel değerlerine sözde değil, özde sahip olan bir kişinin cumhurbaşkanı seçilecek olmasını” umduğunu söyledi.

Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan aylarca süren spekülasyonların ardından aday olmamaya karar verdi. Erdoğan, AKP’nin Meclis Grup Toplantısı’nda Abdullah Gül’ün aday olacağını şu sözlerle açıkladı.

“Yaptığımız değerlendirmeler neticesinde bir isim ortaya çıkmıştır. Bu isim de bugüne kadar beraber bu yılda olduğumuz, bu hareketi beraber kurduğumuz Abdullah Gül kardeşimdir.”

İlk tur oylama 27 Nisan 2007’de yapıldı. O dönem mecliste iki parti vardı, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve AKP. CHP oylamaya katılmadı.

Toplam 357 oy kullanılırken, Abdullah Gül 352 oy aldı. Oylamanın hemen ardından CHP “367 iddiasıyla” seçimi AYM’ye götürdü.

Aynı günün akşamı Genelkurmay Başkanlığı internet sitesine, daha sonra “e-muhtıra” olarak anılacak bir basın açıklaması yayımlandı.

Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), açıklamasında “laikliğe aykırı” olduğunu belirttiği bir dizi olayı sıraladı ve cumhurbaşkanlığı seçiminde laikliğin tartışılmasını “endişeyle izlediğini” belirtti.

AYM, 1 Mayıs’ta verdiği kararla, Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında Meclis Genel Kurulu’nda en az 367 milletvekilinin bulunması gerektiğine hükmetti ve Meclis’teki birinci tur oylamayı iptal etti.

AKP Cumhurbaşkanının seçilememesi üzerine erken seçim kararı aldı ve 27 Haziran 2007 seçim tarihi olarak belirlendi. AKP genel seçimi oyların yüzde 47’sini alarak kazandı.

Meclise giren Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) desteğiyle Cumhurbaşkanlığı seçiminin üçüncü turunda Abdullah Gül seçildi.

Parlamento buna yanıt olarak Cumhurbaşkanının halk tarafından beş yıllık bir dönem için ve azami iki dönem seçilmesini öngören bir anayasa değişiklikliği paketi hazırladı.

Aynı anayasa değişikliği paketinde yer alan diğer bir hüküm de, TBMM, “yapacağı seçimler dahil bütün işlerinde üye tamsayısının en az üçte biri ile toplanır” şeklindeydi.

Böylelikle AYM kararı sonucunda Cumhurbaşkanı seçimi sürecinde yaşanan tıkanıklığın tekrarlanmasının önüne geçiliyordu.

Bu anayasa değişikliği teklifi üçte iki çoğunlukla kabul edildikten sonra dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından tekrar görüşülmek üzere Meclis’e iade edildi ve 31 Mayıs tarihinde aynı çoğunlukla yeniden kabul olundu.

Sezer, bir yandan kabul edilen metni halkoylamasına sunarken, diğer yandan AYM’de iptal davası açtı.

AYM bu talebi, 5 Temmuz tarihinde beşe karşı altı oyla reddederek, 21 Ekim’de yapılacak olan halkoylamasının önünü açtı.

2007’de anayasa değişikliği referandumuyla Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi başta olmak üzere söz konusu anayasa değişiklikleri kabul edildi.

Başörtüsü serbestliği

AYM 1980’li ve 1990’lı yıllarda kamu kurumlarında başörtüsünün laik devlet ilkesine aykırı olduğu yönünde kararlar vermişti.

2008 yılında, AKP, MHP’nin de desteğiyle eşitlik ilkesi ve eğitim hakkı ile ilgili anayasa değişikliklerini Meclis’ten geçirdi. Değişiklik başörtülü öğrencilerin üniversite binalarına girebilmelerini de amaçlıyordu.

CHP ve DSP değişikliğe karşı, anayasaya ve laik devlet ilkesine aykırılık gerekçesiyle iptal davası açtı. AYM söz konusu değişikliği iptal etti.

Mahkeme, düzenlemeyle ilgili “değiştirilmesi teklif edilemeyecek bir anayasa kuralına yönelik” olduğu değerlendirmesinde bulundu.

AKP ise bunu “Meclis’e müdahale” olarak yorumladı. Dönemin AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat, “Anayasa Mahkemesi’nin kararı Meclis’e doğrudan müdahaledir” dedi.

Dönemin AKP Manisa Milletvekili ve eski TBMM Başkanı Bülent Arınç ise kararı “vahim” diye nitelerken, “Vahameti de şurada; karar, sadece başörtüsüyle ilgili bundan sonra neler olacağına dair bir işaret vermiyor, mahkemenin kendisine tanınmış hak ve yetkileri tamamen kötüye kullanması anlamına geliyor” ifadesini kullandı.

Kamuoyunda uzun süre tartışılan kararı İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), “din özgürlüğü ve diğer temel haklara vurulmuş büyük bir darbe” olarak tanımlamıştı.

‘Katı’ laik devlet yorumundan ‘özgürlükçü’ laik devlet yorumuna AYM

AYM, 2010’lu yıllara kadar, siyasi parti kapatma ve başörtüsü serbestliği dahil bazı önemli kararlarında katı kararlar verdi.

Anayasa hukukçularına göre, son 10 yılda uzun süredir AYM, bu konularda özgürlükçü ve esnek bir yaklaşım benimsedi.

AYM’nin kendisi de bireysel başvuruların uygulamaya geçtiği 2012 yılını önemli bir “milat” olarak gördüğünü kabul etti.

Anayasa Mahkemesi başkanı Zühtü Arslan, yüksek mahkemenin 60’ıncı kuruluş yıldönümündeki konuşmasında mahkemenin tarihini ikiye ayırmış ve yeni dönemde benimsedikleri “hak eksenli” yaklaşımın altını çizmişti:

“Bireysel başvurunun uygulamaya geçtiği 23 Eylül 2012 gününü anayasal milat olarak kabul edersek Mahkemenin tarihini ilk 50 yıl ve son 10 yıl olarak iki döneme ayırmak mümkündür….Geldiğimiz aşamada bireysel başvuruyla başlayan paradigma değişiminin norm denetimini de içine alacak şekilde önemli ölçüde gerçekleştiğini memnuniyetle ifade etmek isterim.

“Anayasa Mahkemesi hem norm denetiminde hem de bireysel başvuruda hak eksenli yaklaşımla Türk hukuk pratiğine yön verecek nitelikte kararlar almıştır ve almaya devam etmektedir.

AYM Başkanı Zühtü Arslan, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvurunun getiriliş amacının temel hak ve özgürlüklerin daha iyi korunmasını sağlamak ve bu suretle Türkiye aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yapılan başvuru sayısını azaltmak olduğuna işaret ederek, eski döneme ilişkin şu ifadeleri kullandı:

“…Anayasa Mahkemesi laikliği temel hak ve özgürlüklerin aslında tam karşısında konumlandırmıştı. Temel hak ve özgürlükler karşısında laikliğin yıpratılmaması gerektiğini ifade etmişti.

“Hatta ifade tam da şöyleydi; ‘Laiklik ilkesi özgürlüklere kıydırılamayacak kadar değerli bir ilkedir.’

“Hiç kuşkusuz laiklik anayasamızın kimliğini oluşturan temel ilkelerden biridir ama bu yaklaşım yanlıştır.

“Çünkü laiklik Anayasa Mahkemesinin daha sonra yaptığı yorumlarda ortaya çıktı. Hak eksenli kavramla bu ilkeyi yorumladı ve dedi ki; ‘Laiklik temel hak ve özgürlüklerin karşısında değildir, yanındadır. Sınırlandırılması için kullanılan bir gerekçe değildir

“Tam tersine güvenceye alan, onu koruyan bir ilkedir. Bunu nasıl yaptı Anayasa Mahkemesi? 2012 yılından başlayarak yaptı. Önce Kur’an-ı Kerim ve siyer derslerinin okullarda seçmeli ders olarak okutulmasını öngören kanun değişikliğini denetledi ve bunun anayasaya uygun olduğuna ve ilk kez bu kararla Anayasa Mahkemesi, laiklik ilkesinin özgürlükçü yorumunu yaptı. Hak eksenli yorumunu yaptı.

“Laikliğin özellikle din ve vicdan özgürlüğünün, din eğitiminin, öğretiminin bir güvencesi olduğunu ifade etti.”

Arslan, mahkemenin 2014’ten itibaren başörtüsü serbestliğini destekleyen kararlarının yanında, “son 10 yılda benimsediği hak eksenli yaklaşımla yaşama hakkından ifade özgürlüğüne kadar, adil yargılanma hakkından örgütlenme özgürlüğüne kadar, özel hayata saygı hakkından mülkiyet hakkına kadar bütün anayasal hak ve özgürlüklerle ilgili bu hak ve özgürlükleri güvenceye alan çok önemli kararlar verdi ve vermeye devam ediyor” dedi.

Bireysel başvurular

Bireysel başvurular son dönemde AKP iktidarı ve AYM arasındaki gerilimin ana konularından biri oldu.

AYM 2020’de, eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve eski CHP İstanbul Milletvekili Eren Erdem’in Anayasa’nın 17. Maddesi ile korumaya alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine hükmetti.

Selahattin Demirtaş’ın tutuklu yargılandığı bir davada 2017 yılında yaptığı başvuruyu inceleyen AYM, tutukluluk süresinin makul olmadığını belirtti ve Demirtaş’a 50 bin lira manevi tazminat ödenmesine karar verdi.

Aynı yıl Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Demirtaş’ın ifade, özgürlük ve güvenlik, serbest seçim haklarının ihlal edildiğine hükmetti ve derhal serbest bırakılmasına karar verdi.

Buna tepki gösteren Erdoğan, kararla ilgili, “Bu adımlar siyasidir, çifte standarttır, ikiyüzlülüktür” dedi.

Erdoğan açıklamasında ayrıca, “AİHM Türkiye nezdinde saygı görmek istiyorsa önce dönüp kendi çelişkilerini sorgulamalıdır. Bu şahıs siyasi görevleri veya söylemleri sebebiyle değil, terörle arasına mesafe koyamadığı için milletimizin gözünde de suçludur” ifadelerini kullandı.

Demirtaş, “örgüt propagandası” suçlamasıyla, 2018’de İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yargılandığı başka bir davada 4 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırılmıştı.

Demirtaş, 2021 yılında ‘Cumhurbaşkanı’na hakaret’ suçundan 3 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Eski CHP İstanbul Milletvekili ve gazeteci Eren Erdem ise 2014’te yaşanan MİT TIR’ları olayı ile ilgili olarak “silahlı terör örgütü hiyerarşisine dahil olmamakla birlikte bilerek, isteyerek örgüte yardım” suçlamasıyla, 29 Haziran 2018’de İstanbul 35. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tutuklanmıştı.

Eren Erdem, “Silahlı terör örgütü içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek”, “Gizli tanığı deşifre etmek” ve “Soruşturmanın gizliliğini ihlal” ile suçlanıyordu.

Eren Erdem’in tahliye olmadan önce yaptığı başvuruyla ilgili AYM, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle yapılan başvuruyu kabul edilebilir buldu ve Erdem’e 30 bin TL tazminat ödenmesine karar verdi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir